Sarayın koridorlarında bir şehzadenin çığlığı

Cellatlar, Safiye Sultan'ın 'küçük ricası'nı yerine getirmek üzere karanlıkta usulca Şehzade Mahmut'un veliaht dairesine süzüldü. İbrişim kemer harekete geçti ve bir veliaht şehzade daha çırpınarak can verdi.

Kaynak GAZETE Giriş Tarihi 04 Ocak 2011 Güncelleme 04 Ocak 2011, 00:00
Sarayın koridorlarında bir şehzadenin çığlığı

İÇİNDEKİLER

Hareme geldiğinde henüz 13 yaşındaydı. Yemyeşil gözleri vardı, dişleri tamdı ve ağzı kokmuyordu. Tek kusuru, hiç Türkçe bilmeyip sadece İtalyanca konuşmasıydı. Ama haremdeki öğretmenleri bu tür kusurları pek önemsemezlerdi. Çünkü her yıl yabancı ülkelerden pek çok kız katılırdı aralarına. Bu küçük İtalyan cariye adayı, Korfu Valisi Baffa'nın kızıydı ve Şehzade Murat'ın harem dairesine hediye edilmişti. Zorlu bir eğitimden geçecekti. Ama önce Türkçeyi ve sarayın adetlerini öğrenmesi şarttı.

Daha sonra müzik, edebiyat eğitimlerine gelecekti sıra. Küçük Korfulu kız, parlak zekasıyla bunları kısa sürede başardı. Kelime-i Şehadet getirip Müslümanlığa kabul edildiği gün yeni adına da kavuşmuştu; Safiye... O da Hürrem gibi Osmanlı İmparatorluğu'ndaki kadın egemenliğine en büyük damgayı vuran kişi olarak geçecekti tarihe. Safiye Sultan, entrikalara, ayak oyunlarına ve kimi zaman cinayetlere tanık olan Topkapı sarayı koridorlarında bir gölge gibi süzülecek, Osmanlı'nın kaderini uzun yıllar etkileyecekti.
1603 yılının 7 Haziran sabahı, Safiye Sultan güneşin doğmasıyla birlikte uyandı. Artık 54 yaşındaydı ama kendini hareme geldiği ilk günkü gibi genç ve dinç hissediyordu. Çünkü o gün, kurduğu tezgah gerçekleşecek, aldığı önemli kararlardan biri hayata geçecekti.

Safiye, o dönem tahtta bulunan III.Mehmed'in annesiydi. Ama sarayda kadınların rekabeti bitmezdi ki! Safiye için bu kez tehlike, oğlunun ikinci eşi ve ondan olan oğluydu, yani torunu! Şehzade Mahmut ve annesi, Safiye Sultan'ın iktidarının geleceğini tehdit ediyorlardı. Bu yüzden gelininin ve torununun ortadan kalkması gerekiyordu. Bu katliam emrini III.Mehmed'den alması zor olmamıştı. Gerçi padişah oğlu Şehzade Murad'ı çok severdi ama validesine karşı çıkması söz konusu bile olamazdı.
İşte o sabah erkenden kalktı Safiye Sultan. Odasından kararlı adımlarla çıktı ve hızla sarayın koridorlarından geçti. Toplantı dairesinde bekleyenleri vardı...
Vezir-i Azam ve Harem ağaları onu görünce saygıyla ayağa kalktılar.
Safiye'nin onlardan 'küçük bir ricası' olacaktı. 'Rica' tabii lafın gelişi. Anında 'emir telakki' edildi ve bir ölüm fermanı daha imzalanmış oldu.

İHTİRASI DİNMEDİ
Aynı gün Topkapı sarayının üzerene gecenin karanlığı çökerken, koridorlarda sessiz bir hareketlilik vardı. Süzülerek yürüyen gölgelerin hedefi Şehzade Mahmud'un veliaht dairesiydi. Katil ellerin usulca açtığı kapıdan az sonra canhıraş feryatlar duyulacaktı. Cellatların ibrişim kemerleri, yarı karanlıkta bir kez daha harekete geçmişler ve bir veliaht şehzade daha çırpınarak can vermişti. Safiye Sultan nihayet torunu Şehzade Mahmud'u ortadan kaldırtmıştı. Ve şehzadenin cesedi saraydan çıkarılırken Safiye, başsağlığı dileklerini üzgün bir yüzle kabul ediyordu. Ama yüreğinde dinmek bilmeyen ihtiras fırtınaları esmeye devam edecekti. Önü bir kez daha açılmıştı. Kendi çocuklarının tahta geçmesini garantilemişti artık.

Safiye Sultan ayrıca, aldığı rüşvetler, mücevherler, pahalı hediyelerle de ünlenmişti. Belki Padişah olan oğluydu ama Safiye'nin onayı olmadan hiç bir iş görülemiyordu. O mutlaka payını alırdı. Ve her işinde olduğu gibi rüşvet konusunda da çok titizdi, ardında tek bir ayak izi bırakmazdı. Kendi eliyle tek bir altın aldığı görülmemişti. Her zaman onun yerine bu işleri yapan birileri bulunurdu... Bütün bunlara rağmen Safiye Sultan döneminde Osmanlı, altın çağını yaşadı. İmparatorluğun sınırları Atlas okyanusundan Baltık denizine kadar uzanmıştı. Safiye Sultan, Rus çarından yıllık vergi alıyordu. Bu arada imparatorluğun kilit noktalarına istediğini getiriyor, istediğini sürgüne yolluyordu. Özdemiroğlu Osman Paşa, Mesih Paşa, Damat Siyavuş Paşa, Koca Sinan Paşa, Safiye Sultan'ın atadığı, azlettiği, ya da yeniden atadığı sadrazamlardan sadece bir kaçıydı.
Kanije zaferi ve Eğri kalesinin fethi sırasında Safiye Sultan otoritenin perde arkasındaki tek isimdi. Ama gün geldi Safiye Sultan'ın da saltanatı bitti. Tahta çıkan torunu I.Ahmet'in geri dönülmez kararıyla her şey son buldu.
Otuz yıl içinde, sarayda kimin öleceğine, kimin yükseleceğine, hangi ülkelerle savaşılıp hangi ülkelerle dost kalınacağına karar veren tek merci olan Safiye, Topkapı sarayından torunu tarafından sürülecek ve inzivaya çekilecekti.

'HAREM'İN OLGUNLAŞMA SÜRECİ
Mustafa Armağan (Tarihçi-yazar): Kadınlar Osmanlı yönetimi üzerinde 16. yüzyıldan önce de bir ölçüde etkiliydiler.
Mesela II. Bayezid ile Cem Sultan arasındaki taht kavgası sırasında büyük halaları Selçuk Hatun'un, iki kardeşi barıştırma girişiminde bulunduğunu biliyoruz. 16. yüzyılın ortalarına doğru kadınların yönetime katılmaları, Harem-i Hümayun'un kurumsallaşmasıyla bağlantılı bir gelişmedir. Her kurum gibi Harem de belli bir olgunlaşma sürecinden geçti, nihayet Kanuni devrinde, giderek genişleyen iktidar aygıtının bir parçası haline geldi. Etkileri "büyük" olan kadınlar da geçti Haremden, sessiz sedasız kadınlar da. Tıpkı bir başka kurumda etkili yöneticiler yanında silik soluk tipler bulunduğu gibi.
Ayrıca 16. yüzyıl Osmanlı'sında yaşanan tek değişim, kadınların yönetime katılmaları değildi. Fetihlerle her gün değişen bir imparatorluk yüzeyi ayna gibi önümüzdeyken hala 'Osmanlı değişmezdi, durağandı' diyenlerin aklına şaşıyorum. Askerin yapısı değişti, yönetim yeniden yapılandı, toprak düzeni yeniden ele alındı, hatta kılık kıyafet bile reform geçirdi. Sarayın da bu değişimin dışında kalması mümkün değildi.
Kadınların yönetime katılmaları ('Burunlarını devlet işlerine soktukları' söyleminin ne kadar 'sexism' koktuğunun farkında olmalısınız), Osmanlı devlet aklının 16. yüzyılda içine girdiği yeni dönemin sosyolojik gelişmelerinden biridir.