Ramazan Gelir de Kimi Bulur Bilinmez!

Kaynak GAZETE Giriş Tarihi 24 Haziran 2017 Güncelleme 24 Haziran 2017, 00:32
Ramazan Gelir de Kimi Bulur Bilinmez!

İÇİNDEKİLER

Rahmetli babam geleneksel tiyatromuzun büyük üstadı rahmetli İsmail Dümbüllü'den dinlediği bir fıkrayı sıkça anlatırdı: Ramazan'ın sıcak günlere denk geldiği bir vakitte Bektaşi susuzluktan pek daralmış. Susuzluk öyle bir raddeye varmış ki adamcağızın dayanacak gücü kalmamış. Kimsenin dikkatini çekmeden kenarda bir yerde bir bardak su içerek orucunu kazaya bırakmaya niyetlenmiş ki adamın biri önüne çıkmış, Bektaşiye karşı saygı ve nezaketle 'Aman ne yapıyorsun! Orucun gider' diyecek olmuş. Bektaşi şöyle demiş: 'Yapacak bir şey yok! Ramazan gider seneye mutlaka gelir de ben bir gidersem, artık bir daha hiç gelmem.' Gerçekten de öyle! İnsanlar Ramazan'a veda ederken aslında onun geleceğini bilirler. Ramazan hilali bir seneden batınca, öteki seneye doğmak üzere on bir aylık bir yolculuğa çıkar. Vakti gelince tekrar doğar, yeni senenin yeni bir Ramazan'ı olur. Yeryüzü var olduğundan beri böyle gelmiş ve böyle gidecektir: güneş ve ay varlığını koruduğu sürece de böyle kalacaktır. Ancak insan böyle mi ki? Ramazan gelecek sene bir kısmımıza gerçekten de veda edecek. Bir kısmımız oruç tutamayacak bir sağlık durumuna maruz kalırız ve Ramazan ile fiilen vedalaşmış oluruz. Ramazan gelir fakat oruç tutamayız: sağlığımız gitmiştir artık! Bir kısmımız ise eceli tamamlandığı için ramazan ile vedalaşmıştır, fakat farkında değildir. Velhasıl ramazan gelir gelmesine de kimi bulur, onu Allah bilir! Biz onun gidişine değil, bizim durumumuza üzülürüz; ondan geminiz de biz tereddütlüyüz, buluşup buluşmamak için! Öyleyse Ramazan'a vedadan söz ederken konuşmamız gereken konu budur: o mutlaka gelir, belki bizi bulur belki bulamaz! Hayatı bu bilinçle yaşamak, tarihi tecrübe ile sabittir ki, insanı daha verimli kılan bir sorumlulukla yaşamak demektir.

RAMAZAN VE VAKİT
Ramazan'da öğrenmemiz gereken ilk konulardan birisi hayatın anlamıydı. Ramazan bir zaman dilimidir ve bize bir vakit bilinci kazandırır. Müminler Hz. Peygamber'e hilaller hakkında soru sorduklarında Allah şöyle buyurdu: 'De ki, hilaller insanlar için vakit ölçüleridir.' Zamanı vakte çevirmek bir bilinç, idrak ve zihin işidir. Zaman bizim dışımızda akıp giden bir hakikat iken biz hayatın maksadına göre onunla ilişki kurarız. Bu durumda zaman vakte dönüşerek hayatımıza somut bir şekilde girer. Bizim için Ramazan ayı oruç tutmak ayıdır; daha sonra gelen ayda başka işler yaparız. Her halükarda seneyi işlere göre taksim ederiz fakat bunun merkezinde Allah'a dair işlerimiz vardır. Biz zamanı vakte çevirmeyi ve oradan 'ibnü'l-vakt (vaktin oğlu)' olmayı en çok Ramazan'dan öğrendik. Zamanı vakte çevirmek yetmez! Vakti iyi değerlendirmek gerekir. Vakti iyi değerlendirmenin birinci şartı içinde bulunduğumuz anı geçmişin pişmanlık veya övünmeleriyle geleceğin hayalleri arasında tüketmemektir. Biz şimdi yaşıyoruz ve şimdide bulunuyoruz: geçmiş geçmiştir ve gelecek henüz gelmemiştir. Belki gelecek fakat biz onda olmayacağız. İnsanın ne geçmiş zaman ne gelecek zamanda bir tasarrufu olamaz. Bu nedenle Müslümanlar insan anlayışlarını 'ibnü'l-vakt' yani şimdinin insanı diye tarif etmişlerdir. Bu bir tarih bilincinden yoksunluk veya gelecek planlamasını bilmemek değildir: hayallerin bizi geçmişe veya geleceğe savurarak andan uzaklaşma sorumsuzluğuna düşmemek demektir. Başka bir şeye gerek yok! İslam'ın ibnü'l-vakt ilkesiyle neyi anlattığını kavrasak, belki de hayat bambaşka bir hal alırdı. Biz şimdi varız, şimdiden sorumluyuz ve ne yapabilirsek şimdi yapacağız. Buna mekanı da eklemek gerekir: Biz burada varız ve buradan sorumluyuz; bütün imkanlarımız içinde bulunduğumuz mekanla ilişkimizle ilgilidir. Mekanı birlikte paylaştığımız insanlar ise bizim varlığı anlamak için irtibatlı olduğumuz kimselerdir. Herkes kendi zamanından, kendi mekanından ve o mekanda yaşayan insanlardan sorumludur. İnsan müdrikesini böylesine yücelten ve değerli hale getiren başka bir kavram bulunamaz: şimdiyi yaşayan varlık olarak insan! Şimdiyi doldurmamış bir insan geleceği de ihmal edecektir. Müminler Ramazan'dan vakit bilincini pekiştirerek öteki bir vakte geçerler. Yaşadıkları her anı imar ederek anlamlı bir hayatı yaşamak isterler. Öyleyse Ramazan'a biz veda etmedik; Ramazan bize şöyle diyerek gidiyor: 'Ben seneye yine gelirim, Allah'ın izniyle! Bakalım sizin aranızdan kim ile buluşmamız mukadder ola?Ramazan boyunca bu yazıları okuma lütfunda bulunan bütün okurlara hayırlı bir sene ve ömür geçirmeleri temennisiyle selam ve saygılarımı sunarım. Sürç-i lisan ettiysek affola!

BİR AYET

'Allah'ım! Bana göndereceğin her bir hayra muhtacım.' 'Rabbim! Göğsümü aç, işimi kolay eyle, dilimden pelteyi kaldır ki sözüm anlaşılsın.'
Bu ayet-i kerimeler Hz. Musa'nın dilinden dökülen birkaç duadır. Birinci dua yapılırken Hz. Musa belki hayatının en çetin sınavlardan geçiyordu. Bu esnada söylediği 'Rabbim! Göndereceğin her bir hayra muhtacım' daha sonra Müslümanlar tarafından çok doğru bir şekilde anlaşılarak insanın Allah'a karşı her an yapması gereken dua ve iltica kabul edildi. İnsan her durumda ve halde Allah'a böyle bakmalıdır: Zenginlik-fakirlik, hastalık-sağlık, güçlülükzayıflık, kimsesizlik- kalabalık içinde olmak! İnsan her bir durumda şunu demelidir: 'Her şey geçici, Rabbim her bir hayrına muhtacım!' Allah'tan istemek insanı aziz eder, buna mukabil başkasından bir şey istemek insanı aşağılara düşürür. İtibar Allah'tan istemektedir. İkinci bir duada Hz. Musa 'Rabbim göğsümü aç' diyerek dua eder. Bu dua tebliğ göreviyle Firavun'a gönderilirken yapıldı. Her zaman geçerli ve her işe başlarken yapılması gereken bir dua olarak Müslümanlara miras kalmıştır. Müslümanlar her işlerine böyle dualarla başlayarak Allah'a sığınırlar. İslam'ın bereketi budur.

BİR HADİS

'Amellerin en hayırlısı sahibinin devamlı yaptığı ameldir, amel az bile olsa!'
Dindarlık belli bir zaman yapılan veya duruma göre artan eksilen bir duygu işi değildir; dindarlık derin akıl işidir. Dinde derin akla kalp denilir. Kalp duygunun mahalli zannedilir, halbuki kalp insanın bütün manevi değerlerinin merkezi ve en derin aklıdır. Derin akıl demek insanın geçici ve anlık çıkarları üzerine odaklanmış zekasının sınırlarını aşarak onun büyük menfaatlerini düşünmeye sevketmesi demektir. İnsanın derin aklı ile anlık ve aceleci hazları arasında bir çelişki vardır. Din insanın iradesini terbiye ederek onun derin aklının galip gelmesini sağlar. Bu sayede insan sürekli olanı tercih eder. Hz. Peygamber ibadet hayatının sürekliliğini talep etmiştir. Süreklilik dindarlıkta samimiyet ifadesidir. Bu sayede insan her anını ve her gününü ibadetle doldurarak anlamlı bir hayat yaşayabilir. Yoksa ibadet bir anlık yapılacak iş değildir. Müslümanların hayatlarında en çok dikkat edecekleri husus bu olmalıdır: ibadet ömürlük bir iştir, anlık değildir.

E. Demirli danışmanlığında hazırlanmıştır