Ekrem Kızıltaş

EKREM KIZILTAŞ

Tarihi 8 Şubat 2019

Pire için yorgan yakılmaz...

İstanbul'un çöp dağları ile kaplandığı dönemde belediye başkanı olan kişinin, eleştirilere yönelik olarak sarf ettiği: "Grevi olmayan bir toplumda yaşamaktansa, çöp yığınlarıyla, grevi olan bir düzende yaşamayı yeğlerim" sözü, aslında tuhaf bir zihniyetin dışavurumu.

Bu sözleri sarf eden o günlerin sıradan bir izleyicisi değil, haklarını vermediği işçilerin grevi sebebiyle 7 milyon insanın sağlığı ile oynayan bir yönetici… Bu sözler, söz konusu zihniyetin şifrelerini çözebilmek açısından yeterli.

Haklarını vermek suretiyle işçileri grev yapmaya mecbur bırakmaması ve böylelikle ülkemizin ve dünyanın gözbebeği mesabesindeki İstanbul'da çöp dağları oluşmasına müsaade etmemesi gereken birinin, 'evet, o zaman hatalıydık' demek yerine, demokrasi havarisi pozlarına bürünmesi, düşündürücü…

Yaklaşan mahalli seçimlerin nasıl neticelenebileceğini bilmiyoruz. Ancak, rahatsızlık veren küçük hikayeler sebebiyle bireylerce yapılabilecek aşırı değerlendirmelerin, hizmet etmek yerine ediyormuş gibi yapmayı tercih edenlere fırsat verme ihtimali, ürkütücü.

İstanbul başta olmak üzere 90'larda nerdeyse bütün şehirlerin acı gerçeklerinden olan çöp, çukur, çamur yanında susuzluk riskinin, günümüz şartlarında çok uzak ihtimaller olduğunu düşünmekte belki mazuruz.

Ama bereket kavramıyla en ufak bir alışverişi olmayanların işbaşına gelmesi durumunda çöp, çukur, çamur, susuzluk ve benzeri başka sıkıntıların hemen yakınımızda olduğunu hatırlatmak da önemli bir görev.

Unutmayalım ki bu sıkıntıların sebebi imkansızlık değil, doğrudan o dönemlerde işbaşında bulunanların beceriksizlikleri ve vizyonsuzluklarıydı…

90'larda başlayan ve 1994 sonrası '94 Ruhu' olarak anılmayı hak edecek başarılara imza atan hizmet belediyeciliğini hakkıyla değerlendirebilmek için, o günleri okumanın ya da dinlemenin yetmeyeceğini, yaşamak gerektiğini söylemek gerek öncelikle.

Anlatmak yetmiyor…

Çöp dağları vardı, yollar çamurdan, çukurdan geçilmiyor ve sular da ancak haftada bir gün ve o da ancak birkaç saat akıyordu demek ayrı, bizzat yaşamak ayrı bir şey...

Buradan alınacak ders ise, hazine filan bulmadıkları halde 1994'ten sonra işbaşına gelenlerin milletten aldıklarını millete harcamak suretiyle daha önce yapılmayanı ya da yapılamayanı başarabilmiş olmaları…

Bugün şehirlerimizde sahip olduğumuz imkanlara da, belediye kasalarındaki paraların milletimize hizmet olarak dönmesini sağlayan zihniyet sayesinde kavuşmuş bulunuyoruz.

Bunun bir zihniyet meselesi olduğunun ispatı da, AK Parti dışında partiler tarafından idare edilen belediyelerin içinde bulundukları durum. İstisnalar hariç olmak üzere, özellikle de CHP ve HDP'nin yönettiği kentlerin halleri, malum.

Gerektiği gibi hizmet alamayanların, ideolojik mülahazalar sebebiyle kan kussalar da 'kızılcık şerbeti içtik' demeleri, gerçekleri gizlemeye yetmiyor. Mesela bazı İzmirlilere izafe edilen, 'arsenikli su içer ama yine de başkasına oy vermeyiz' şeklindeki söz bile, kararlılık ifade etmenin yanında, gerçekleri de haykırıyor.

Merkezi idare ya da çeşitli şekillerde yerel yönetimlerde olduğunu düşündükleri eksiklikler sebebiyle küsen ya da kırılanlar olması, normal bir durum. Ancak, bireysel bazı sıkıntılar sebebiyle, sahip olunanları tehlikeye atacak davranışlarda bulunmanın, pire için yorgan yakmaktan pek bir farkı olmayacağını da, unutmamak gerek.

Hülasa: Alıştıklarımızın gelişerek devam edebilmesi, meseleye 'halka hizmet, Hakk'a hizmettir' zihniyetiyle bakanların işbaşında bulunmaları ile ancak mümkün…