Ekrem Kızıltaş

EKREM KIZILTAŞ

Tarihi 1 Mayıs 2019

İş başa düşünce...

Osmanlı'nın Birinci Dünya Savaşı'nın gaileleri ile uğraştığı günlerde, devleti içerden vurmaya kalkışan Ermeni çetecilere karşı tedbir mahiyetindeki kararları ve sonrası yıllardır tartışılıyor. Belli ki yıllarca da tartışılacak.

İtilaf devletlerinin 18 Mart yenilgisi sonrası Çanakkale'ye asker çıkarmak için hazırlandıkları sırada alınan bu kararlara 'naif' yaklaşmaya çalışanlar, epeyce var…

Adlı adınca söylemeseler de, düşmanlarımızca silahlandırılıp insanları katletmeye başlayan Hınçak, Taşnak gibi Ermeni çeteleri ve liderlerine 'buyrun, ne istiyorsunuz yapabilirsiniz' denilmesi gerektiğini düşünüyor gibiler…

Bunların, öncelikle bir devletin kendisine başkaldırmak için harekete geçen tebaasından bir kesime karşı başka neler yapabileceği sorusuna cevap bulmaları gerekiyor oysa...

Tam olarak benzer değilse de, Silivri'de 1. Cihan Savaşı sonrası günlerde yaşanan bazı olaylar, 1915'de yaşananlarla ilgili olarak fikir verebilecek nitelikte.

Silivri, o zamanlarda yenilginin etkilerinin açık seçik görüldüğü yerlerden birisi. Trakya'dan geçen demiryolu, Fransızların kontrolünde. Silivri yöresindeki Rum köylerinin her birinde Rum çete birlikleri kurulmuş. Sadece Çanta köyünde Rumların yüz elli silahlı adamı mevcut. Rum cemaati içindeki ılımlı unsurlar ise etkisiz haldeler.

Rum çetecileri Türk köylerini basmakta, cana kıymaktalar. Kaymakam acz içinde, Jandarma komutanı ve emrindeki 10-15 jandarma da, güvenliği sağlayacak durumda değil. Acılar içinde olan halk ise devleti temsil edenlerin duruma çare bulmalarını beklemekte.

Birinci Cihan Savaşı'nda Galiçya ve Filistin'de Gazze Cephesi'nde çarpışan Mülazımı Evvel (Asteğmen) Mahmud Hayreddin, ordunun dağıtılışından sonra daha önce savcı olduğu Silivri'ye dönmüş ve ağır ceza reisliğine getirilmiştir…

'BARIŞ YAPALIM!..'
"Halk gözümüzün içine bakıyor, iş başa düştü" diye düşünen Mahmud Hayreddin, mahkeme katibi Küçük Recep aracılığıyla Istranca köylerinden iri yarı ve yapılacak işe uygun kırk kadar çeteci toplar.

Rumların en büyük çetesi Çanta köyündeki yüz elli kişilik gruptur ve hemen her gece Türk köylerine baskına çıkmaktadır. Ağır ceza reisi ve 'manga' komutanları bir dava için keşif yapmaya gidiyormuş gibi Çanta yakınındaki tepelere giderler. Mahmud Hayreddin, savaşta edindiği deneyimle, üç manganın neler yapacağını anlatır.

Sabaha doğru baskına çıkan Rumlardan yetmişinin öldüğü, bir kısmının silahlarını atarak kaçıştığı, yüze yakın silah elde edildiği haberi gelir. 'Bizden' tek yaralı bile yoktur.

Bu ilk baskını başkaları izler ve Megalo ideacıların ve sömürgeci devletlerin kışkırtmasıyla silahşörlüğe özenen Rumlar, siner. Rum Cemaati içindeki ılımlı unsurlar ağır basmaya başlayınca, Cemaat reisi, Ortodoks kilisesinin papazı ve Bigados'taki Kız Öğretmen Okulu'nun müdürü Ağır Ceza Reisi'ne gelip, "Barış yapalım" derler.

Reis, "Gidin kaymakamla konuşun" dese de, heyettekiler "Biz kime geleceğimizi biliriz" deyince şartlarını söyler: "Silahları teslim edecek, yasalara uyacaksınız, Türkiye aleyhinde her türlü faaliyetten uzak kalacaksınız, bu takdirde herkes can ve mal güvenliği içinde, işiyle gücüyle serbestçe uğraşabilir..." Kabul ederler ve Çatalca-Silivri bölgesinde devlet egemenliği kurulur.

Bu satırlar, 'Eski Tüfek' Mihri Belli'nin 'İnsanlar Tanıdım' isimli anılarından alınma. Bahsi geçen Asteğmen Mahmud Hayreddin de Mihri Belli'nin babası…

Soru şu: Şimdilerde Ermeni meselesine 'naif' yaklaşanlar, Asteğmen Mahmud Hayreddin'in yerinde olsalardı ne yaparlardı acaba?..