Ekrem Kızıltaş

EKREM KIZILTAŞ

Tarihi 24 Temmuz 2019

Heniyye’nin çığlığı…

Vatanlarından çeşitli şekillerde kovulan, kalanları da benzeri görülmedik zulümler altında yaşamak mecburiyetinde kalan milyonlarca Filistinli adalet beklerken, onların acılarını görmezden gelmeyi sürdürenler, güya dünyayı daha yaşanabilir bir hale getirme çabalarını yoğun bir şekilde sürdürüyorlar.

Gazze dünyanın en büyük Açıkhava hapishanesi olmaya devam ederken, Batı Şeria ve İsrail egemenliği altındaki Filistinlilerin durumu, hoş değil. Bir kısmı değişik ülkelerdeki kamplarda olmak üzere vatanlarından uzakta yaşamaya çalışanlar Filistinlilerin halleri de içler acısı.

Herkes Filistin probleminin mutlaka çözülmesi gerektiğine inanıyor, ancak bütün dünya gözleri önünde yaşanan bir insanlık trajedisini seyretmekle yetiniyor.

21. Yüzyıldayız. Yani hak, hukuk, adalet, demokrasi, uluslararası ilişkiler ve akla gelebilecek hemen her konuda nerdeyse söylenecek yeni bir şeyin kalmadığı bir zaman diliminde.

Barış içinde yaşanabilecek bir dünya oluşturabilmeye yönelik zirveler, sempozyumlar, konferanslar, paneller, toplantılar gırla giderken, bu hususla ilgili kütüphaneler dolusu külliyat da oluşmuş durumda.

Barışa yönelik olarak teoride çok iyi bir durumda olduğumuz, kesin. Ama mesele şu ki, teorideki muhteşem gelişmelerin özellikle de Müslümanların yaşadığı coğrafyalardaki pratikle uzaktan yakından alakası yok.

Fikirler ne kadar gelişmiş olursa olsun, uygulamaya baktığımızda problemlerin çözülmek yerine gün geçtikçe içinden çıkılmaz bir hale geldiğine ya da getirildiğine şahit oluyoruz.

Hamas Siyasi Büro Başkanı İsmail Heniyye'nin, Türk Arap Medya Derneği ile Filistin İletişim ve Medya Derneğinin ortaklaşa düzenlediği video konferansta anlattıkları, aklı başında olan hemen herkesin 'olmaz böyle şey!' diyerek isyan edeceği türden.

Heniyye'yi dinlerken, teori ile pratiğin birbiri ile uyuşmaması konusunda Filistin meselesinden daha uygun bir örnek olup olmayacağı üzerine kafa yormamak mümkün değil.

Laf çok, icraat yok!..

İletişimde adeta bir patlamanın yaşandığı, dünyanın ücra köşelerinde olup bitenleri bile kısa sürede herkesin öğrenebildiği günümüzde, milyonlarca insanın bu kadar ağır zulümlere maruz kaldığına inanmak zor, ama öyle.

Teoride, insanları boşaltılan bir bölgenin başka yerlerden gelenlere önce yurt, sonra devlet olarak tahsis edilip edilemeyeceği sorusuna verilecek cevap, mutlaka 'hayır' şeklindedir.

Bir ülkenin uluslararası toplumun kabul etmediği çeşitli uygulamalara imza atmakta ısrar etmesi ve egemenliği altındaki bölgelerde fiili olarak insan haklarını hiçe saymasının hükmü nedir diye sorulduğunda, yine teoride olmak üzere sayılabilecek birçok yaptırım vardır.

İşgalin bile bir hukuku olup, işgal altındaki yerlerde yaşayanlara uluslararası sözleşmelere uygun davranması gereği, teorik kurallar arasında epey bir yer tutar.

Ancak, yerlerinden yurtlarından edilen milyonlar pahasına Filistin'de İsrail'in kurulmasını sağlayan BM, şimdi kendi oluşturduğu İsrail'e müdahale edememekte ve dahası dünyanın ortak teorik kazanımların bu ülke tarafından sürekli olarak çiğnenmesini de çaresizce izlemekte.

Teorinin pratik karşısındaki sefaleti ile ilgili söylenebileceklerin ucu bucağı yok. Tesellimiz ise her zulmün mutlaka bir sonu olduğu gerçeği...

Bu açık vahşet konusunda sesi en gür çıkan Türkiye'nin vatandaşları olarak bize düşen ise Filistin'i asla unutmamak ve anlatılan masallar konusunda dikkatli olmak.

Demokrasi, insan hakları gibi evrensel değerleri ağızlarından düşürmeyenlere de sık sık Filistin'i hatırlatmak…