Ekrem Kızıltaş

EKREM KIZILTAŞ

Tarihi 27 Ekim 2019

Çok bozuldular, çok…

Soğuk, mesafeli ama muhakkak objektiflerdir ve dolayısıyla aleyhlerine bile olsa adalet ve hakkaniyete dikkat ederler… Eskiden Batılılar ve özellikle de Avrupalılar böyle lanse edilirdi.

Eski çamlar bardak oldu deyiminde olduğu gibi, Avrupalılara da bir haller olmuşa benziyor. Soğuk ve mesafeli tavırlarını koruyor olsalar da, Avrupalı siyasetçiler ve medyacıların objektiflikleri yanında adalet ve hakkaniyet anlayışlarında da ciddi bozulmalar söz konusu.

Dün günübirlik olarak ülkemizi ziyaret eden Almanya Dışişleri Bakanı Heiko Maas, anlatmaya çalıştığımız durum için tipik bir örnek. Ülkemize gelmeden önce yazdığı ve Dışişleri Bakanımız Mevlüt Çavuşoğlu tarafından layıkıyla cevaplanan mesajı, tam bir cehalet örneği.

Suriye'de neler olup bittiğinden ve Türkiye'nin nasıl üstün bir gayretle bu ülkenin toprak bütünlüğünü savunup, yerlerinden edilen insanların tekrar topraklarına dönmesi için çabaladığından habersiz olması mümkün olmadığına göre, Alman Dışişleri Bakanı'nın cehaletinin bilinçli olduğunu, düşünebiliriz.

Mesajına, "Ateşkes ilanı devam etmeli ve sivil halk korunmalı" şeklinde başlayan Maas, şöyle devam etmiş: "Türkiye mültecilerle ilgili uğraşlarında uluslararası hukuka uymak zorunda. Türkiye engellemeye çalışmak yerine siyasi süreci desteklemek zorundadır."

Konu halkını silahla kovarak kontrol etmeye başladığı genişçe bir bölgede kalanlara da zulmeden bir terör örgütü ile mücadele. Dolayısıyla Alman bakan, korunması gereken sivil halk derken daha çok sivillere zarar veren teröristlerden bahsediyor gibi.

'Sahibinin sesi…'

Maas'ın, mültecilerle ilgili olarak uluslararası hukuk kurallarına uymamız gerektiği cümlesi, tam bir felaket. Bu kurallar varsa şayet, en çok uyan ülkenin Türkiye olduğunu bütün dünya biliyor oysa.

Suriye krizinin başından beri siyasi süreci canlandırmaya çalışan ve mültecilere Güvenli Bölge oluşturabilme konusunda muhataplarını zor razı edebilen Türkiye'ye sarf ettiği bu sözler sebebiyle, 'sahibinin sesi' Heiko Maas'a sadece şunu demek yeter: 'İşte bunu yapmayacaktın!..'

Avrupa Birliği'nin dominant ülkesi Almanya ile Türkiye münasebetlerinin ilgi çekici yönlerinden birisi de, özellikle Almanların her durumda 'ama' ile başlayan cümleler kurmaya dikkat etmeleridir.

Arşivler, ilişkilerin en uyumlu olduğu dönemlerde bile. Alman siyasilerin bol 'ama' ile dolu cümleler kurarak Türkiye'ye akıl vermeye kalkışmalarının örnekleri ile dolu.

Bu durumun akla getirdiği de, Alman yöneticilerin kendi görüşlerini dile getirirken işe başkalarının suflelerini de karıştırmak zorunda kaldıkları. Bunun ABD olduğunu, söylemeye bile gerek yok zaten.

Siz de aynını düşünür müsünüz, bilmem. Ama, Avrupa ülkelerinin yöneticilerinin ve özellikle de Almanların, kendi adlarına olmaktan çok, başkaları adına konuştukları söylenebilir.

Adamlarda objektiflik kalmamış olması, ciddi bir problem. Bunu, menfaatlerinin gereği olarak değil emir aldıkları bazı mihrakların talebi ile yapmaları, daha da kötü.

İşin en sıkıntılı tarafı da, bir türlü kendileri olamayan ve sahiplerinin sesini aktaranlarla diplomatik münasebet kurma ve geliştirmenin zorluğu.

4 milyon sığınmacıyı misafir eden ve Suriye'nin toprak bütünlüğünü koruma yanında, mültecilerin topraklarına dönmelerinin mücadelesini veren bir ülkeyi ziyarete gelirken, tam manasıyla saçmalayan bir adamla ne konuşulabilir ki?..

Özellikle de içimizdeki Batı ve Avrupa hayranlarını derin derin düşündürmesi gereken husus şu ki, Avrupalılar hakikaten çok bozuldular, çok!..