Tarihi 4 Ekim 2009

Hayvanat Baççesi

Evet, baççe. Çünkü benim cücükler oraya; ''Baççe'' diyorlar. Bu deforme söyleyiş çok hoşuma gidiyor. Bu baççe dediğimiz yer, kocaman ama sıcacık bir çiftlik. Soğuk büyüklerden değil yani. Heybetsiz, haşmetsiz. Havuz mavuz yok birkere. Doğaya uyum sağlamış, sırıtmıyor. İnsan eliyle yapıldığı halde, insan eli deymemiş gibi hissettiriyor.
Hafta sonu spa olsun diye şehrin biraz dışındaki bu şirin ve organik mekânımıza kaçmak istedim. Eşeğimiz hamileydi. Doğurdu. Hayatımda gördüğüm en tatlı sıpaydı. Tamam tamam iğrençleşmeyeceğim. Kötüydü biliyorum ama herkesin başına gelir. ''Dondum.'' dediğimde; ''Üşüyosan Google Earth.'' diyen insanlar tanıyorum.
Neyse, konuma dönüyorum, baççeye yani. Hilton otelinin onyedinci katındaki odanızda veya şık bir restoranda böcek görseniz ne yaparsınız? Kıyamet kopar herhalde. Yaygara, cırım, çığlık, olay… Ama burası var ya tam bir hayvanat baççesi. Ne ararsan var. Hatta aramadıkların da var. Bizim beslediklerimiz iki köpek, beş kedik. Diğerleri vaşşi. ( Vahşiye de vaşşi diyorlar.) Danaburnu, kertenkele, yılan, eşekarısı, balkabağı. (Bal kabaklarımız hayvan kadar olmuş, bu yüzden hayvan grubuna dâhil ettim onu da.)
Kendimi ev sahibi değil, misafir gibi hissediyorum. Bahçe o kadar onların ki, utanmasalar tespihle dolaşacaklar. Annemin onca emekle yetiştirdiği, meyve sebzeleri baya baya sahiplenmişler. Kendi aralarındaki iletişimse bambaşka, birbirlerinin başının etini yiyorlar. Bir telaş, bir telaş anlatamam. İncirlerin içi sinek doğumevi, üzümler; arı, serçe restoranı, domatesler; danaburnu kesim merkezi, zeytinler; ağustos böceği oteller zinciri, çiçekler; bit pazarı.
Bir ileri safhaya geçelim şimdi. Evimizin içi. Biz, bizim olduğunu sanıyoruz ama evin içi de basbayağı kapalı hayvanat bahçesi. Tavanlar süleymancık, köşe başları örümböcek, gardolaplar güve, mutfak tezgahı karınca dolu. Öldürtmeyen annem öldürtmediğinden hepsi semiriyorlar. Pişkinler. Geçen gün iki ateşböceğini yatağımda bastım. Kâbustu: )
Sebze ve meyvelere, organiklikleri bozulmasın diye ilaç vermiyoruz. Böcekler de finklerini rahat rahat atıyorlar bu vesileyle. İşte bu ahval ve şerait içinde emin olduğum tek şey, doğanın dengesini bozmadığımız. Onun da karşılık olarak bizim fastfoodlarla bozduğumuz dengelerimizi düzelttiği. Doğru zamanda doğru vitaminleri insanlara cömertçe sunan mevsimlerin 'Profesör Doktor' unvanı var bence. Kış mı geldi, grip mi olacaksın? Al sana vitamin C yani mandalina, portakal. Selüloitlerin mi çoğaldı? Kahve ve çayı kes, biberiye demle, iç, bak nasıl toparlanıyorsun. Gibi gibi…
Şimdi böcekleri biraz daha yakından inceleyelim. Arıların görevi, çiçekleri ziyaretleri esnasında tozlaşmayı sağlayarak üremeye yardımcı olmaktır. Arılar, 130 bin farklı bitki türünün çoğalmasını sağlar, aynı zamanda bizim de çok önemli gereksinimlerimizi karşılarlar. 500 gram bal için arılar, 3 milyon 750 bin defa çiçeğe konup kalkıyor. Bir kg bal için ise 40 bin tane arı, 6 milyon çiçeği dolaşıyor. Bal arıları bir peteği doldurabilmek için 100 milyon çiçeğin nektarını emiyor ve 100.000 km kanat çırpıyor. Ben herhangi biri için, bunun binde biri mesai yapsam burnundan getiririm valla.
Kelebekler inanılmaz güzel renkleri ve desenlerine tezat böcekdirler. Dünyada yaklaşık 150.000 kelebek türü vardır. Hepsi de birbirinden farklı özellikler taşır. Çiftleşme dönemindeki dişi ve erkek kelebekler birbirini etkilemek için güzel kokular saçarlar. Ekosistemde önemli yere sahip bitki tozlaşmasında arılar kadar önemli payları vardır.
Uğur böcekleri tarıma son derece yararlı böceklerdir. Toprak sahibine uğur getirirler. Bitkilere zarar veren yaprak bitlerinin düşmanıdır. Yumurtalarını yaprak bitlerinin yakınına bırakırlar. Larvaları ve erginleri yaprak bitlerini ve koşnilleri büyük sayıda yediklerinden biyolojik mücadelede kullanılır. Bir uğur böceği hayatı boyunca yaklaşık 5.000 tane bitki zararlısı yer. (Bize uğurböceği, bitlere, uğursuzböceği.)
Karıncalar yaprak yiyemezler, çünkü vücutlarında bitkileri sindirebilecek enzimler yoktur. İşçi karıncalar bu yaprak parçalarını çiğneyerek bir yığın haline getirirler ve yuvalarının yeraltındaki odalarında saklarlar. Yaprakların üzerinde mantar yetiştiren karıncalar, termitler ve annemle birlikte tarımı ilk kullanan canlı kabul edilirler. (Bir de 'karınca kararınca' diye bir şey yoktur. Karınca kararmaz.)
Faydasının farkında olmadığımız, ağzının çevresinde ve ayaklarında 20 milyonu aşkın bakteri taşıyabilen karasineklerse, sadece bir günde 25-50 defa dışkı bırakır. Bundan dolayı salgın hastalıkların bulaşmasında rol oynadığı düşünülür. Oysa son çalışmalarda, sineğin aynı zamanda bakterileri parçalayıcı enzimler taşıdığı ve dolayısıyla çevreyi mikroplardan temizlediği ortaya çıkmıştır. Karasinekler, çevredeki artıkları tüketerek, bakterilerin gelişip, yayılmasını da önlerler. Bu şekilde çevre temizliğinde büyük rol oynarlar. Zaten böyle olmasaydı dünya hastalıktan geçilmezdi.
Salyangozlar sümüklü değildir. Otçul olanları, bitkinin taze sürgünlerini yediği için zarara sebep olabilirler ama salgısında çok miktarda protein ve azotlu maya vardır. Müzmin bronşite iyi gelmektedir. Ayrıca salgısı kurutularak, akciğer veremine iyi gelen helisine dönüştürülür. (Salyangozun kurutularak toz haline getirilmiş şekline helisin denir.)
Yani annemin; ''Elleşmeyin böceklerime!'' dediği kadar var. Ve inanın bu yazdıklarım çok azı, daha neler neler var. Hiçbir canlı boşa yaratılmamış. Öldürmeyin, bırakın yaşasınlar…
Özür: Anneeaaa; özür dileriiiim. Seni çok seviyorum. Affet.