Nihat Hatipoğlu

NİHAT HATİPOĞLU

Tarihi 18 Ağustos 2017

Oryantalistlerden din öğrenmek

Bizim düşünürlerin ve bazı ilahiyatçıların en zayıf noktası budur.
Gayrimüslim düşünürlerin, İslam'la ilgili eleştirel bakışından etkilenip, bu görüşleri kendi görüşleri gibi takdim etmek.
Bunu da objektif bakış açısı iddiasıyla savunuyorlar.
Oryantalistlerden din öğreniyorlar.
Onların fitnelerini İslam ümmeti arasında yayıyorlar.
Öncelikle objektiflik ile akılla bakmak ve şartlanmışlık arasında ciddi bir fark olduğunu belirtmek lazım. Bir dine mensup olan kişi, iman eden bir insan iman ettiğine teslim olur.
Bu teslimiyet olmadan mümin olamaz. Şimdi ahiret, cennet, cehennem gibi fizik ötesi âlemle ilgili Kur'ani beyanları kabul etmeyen iman etmiş olur mu? Burada objektiflik işlemini nasıl işletecek.
İman ettiği kitapta anlatılanı aklına soracak, aklı yok derse iman etmeyecek. Bunu da bilim adamı tavrıyla izah edecek.
İman etmekle akıl etmek, tefekkür etmek, şartlanmamak ayrı şeylerdir. Aklı olmayanın dini de olmaz sözü; akıl hastaları için konulmuş bir kriter değil elbette.
Ancak bizdeki görüntü bu ölçekte makul bir kopyacılık dahi değildir. Körü körüne bir taklit var. Nasr ebu Zeyd, Ebu Reyye, Hasan Hanefi, Ferec Fude ve benzeri zevatın bazı hususlardaki akıl tutulması fikirleri, Kur'an'a tarihsel bir pencereden bakışları, hatta bazı ayetlerden şüphe etmeleri, bazı sahabe hakkındaki bilimsel çalışmaları hiçleyen ve iftira mahiyetindeki değerlendirmeleri bu ümmete mensup olan birer din âlimi vasfıyla örtüşebilir mi?
Bu ümmetin içinden çıkan bazı ilahiyatçıların ciddi bir iman krizinde olduklarını ibret ve üzüntüyle müşahede ediyoruz.
Neye inanacaklarının, nasıl inanacaklarının, öğrencilerine nasıl bir miras bırakacaklarının farkında olmadan geçip gidiyorlar. Hem kendilerini ve hem de kendilerini dinleyenleri inanç hezeyanına savuruyorlar.
Klasikleşmiş ve ama ileride de çok sorulacak şu soruyu maalesef biz de sormak zorundayız: Hangi din doğru?
Oryantalistlerin ve İslam coğrafyasında siyasal-sosyal savrulmalarla en kötü dönemini yaşayan halkları, diniyle sorgulayan modernistlerin takdim ettikleri dini mi?
Bu geçiş döneminin sihrine ve kompleksine kahredici bir teslimiyetle teslim olmuş kişilerin takdim ettikleri sorunlu, kompleksli, inkârcı, benmerkezci, hormonlu dini mi doğru, yoksa; Kur'an ve sahih sünneti merkeze koyup ümmetin bin yıllık mirasını, ahlakını, fıkıh, akıl, hikmet ve edebi harmanlayan komplekssiz dini mi doğru?
Seçkinlerin, iman edeceğine taksit taksit iman edenlerin, aklının almadığını hurafe kabul eden ve mensup olduğu ümmetten ve coğrafyadan her gün biraz daha uzaklaşan şımarıkların takdim ettikleri din mi doğru din?
Önce Ebu Hureyre (r.a.) gibi sahabeyi, Hz. Aişe (r.a.) gibi erişilemeyen muhteşem hayatları, sonradan sahabenin genelini, sonra İmam Buhari gibi her sokak, ev ve caddede konuşulan Resulullah'ın hadis mirasını zapt altına alan ilim erbabını gözden düşürmeye çalışan ve sonra da "şu ayetler Kur'an'dan silinmeli" diyen iman, hikmet ve kültür hırsızlarına karşı durmak elzem değil mi?
Batılıların en insaflıları dahi Hz. Peygamber'den (s.a.v.) şüphe ve rahatsızlık içinde değiller mi? Bu zevatın kitaplarını terceme etmek, yaymak, okunur kılmak, onlara biat derecesinde öğrencilik yapmak kişide Müslümanlık emaresi bırakır mı?
Ya bizimkilerin! İçimizdeki oryantalistlerin; Bu yüksek voltajlı kompleks, aşağılık duygusu ile Hz. Peygamber'e (s.a.v.) ve sahih hadislere karşı gösterdikleri hınç ve nefretin sadece akıllı bir eleştirinin sonucu olduğuna inanıyor musunuz? Deve artığı ile dini rencide etmeye çabalayan hasta bir zihniyet, hangi sonuçtan memnun kalacak! Yıktığı şeyin, yarın huzurda önüne çıkmayacağından emin mi? Bunların bir gün bile, herhangi bir hadisi anlamak için kendi alanlarında âlim olanlara baktıklarına şahit oldunuz mu?
Bence herkesin kendini sorgulama zamanıdır. Gördüğü her rivayeti hadis zannederek eleştirilmez zanneden ve ama hadis metodolojisinden mahrum olan insanlarımız da; hadise, mezhep âlimlerine, hadis ulemasına bir oryantalistte dahi görülmeyen bir kin ve nefretle saldıran akıl, ilim ve içtihatları kendilerinden mülhem yerli oryantalistler de... Hepimiz kendimizi yoklamalıyız.

ÜÇÜNCÜLERİ ALLAH OLAN İKİ KİŞİ
Sevr 'in dar çıkmazındalar. İki kişi ancak sığıyor. Sevr mağarasında ayağa kalkmanın imkânı da yok. Mekkeliler biraz eğilseler, örümcek yuvasını dağıtsalar, yumurtlamış güvercini kovalasalar, O'nu ve Sıddık dostu Hz. Ebu Bekir'i görecekler.
Kapıdalar. Arada ufak bir perde var. Dostuna zarar geleceğini hissedince Hz.Ebu Bekir telaşlandı. O ise,engin ve rahat. Kadere teslimiyeti var.
Öte âleme hasreti var. Ahiretin koridorlarında yürüyecek . Ona beklentisi var. 'Üzülme' buyurdu. 'Mahzun olma', 'O bizimle beraber' sonra devam etti.
'İki kişi. Darda sıkıntıda. Bu iki inanmışın üçüncüleri ise Allah'tır. O bizimle. O bizi kollayacak. Kurtaracak. Telaşlanma' üçüncüleri Yüce Allah olan iki kişiye kim zarar verebilir.
Hepinizin hayatında bir sevr şuuru olmalı. Günahtan, nefisten, bencillikten, vesveseden kaçarken sığınacağımız bir sevr 'imiz olmalı. Kalbiniz sizin sevr'iniz olmalı, gözyaşlarınız sizin sevr 'iniz olmalı.

RANDEVUMUZ SIRAT KÖPRÜSÜ!
Medine'de inen (Kur'an-ı Kerim'in 59. sırasında yer alan) Haşr suresinin art arda yer alan iki ayeti, Kur'ani hayatın kökleştiği bir dönemde iniyor ve yürekleri hakikaten de derinden sarsıyor:
Ayetler şöyleydi;
'Ey iman edenler! Allah'tan korkun.
Herkes yarın için ne hazırladığına baksın.
Allah'tan korkun. Allah yaptıklarımızdan haberdardır.
Allah'ı unutan ve bu yüzden Allah'ın da kendilerini unutturduğu kimseler gibi olmayın. İşte onlar gerçekten fasık (yoldan çıkmış günahkâr) olanlardır." (Haşr, 18-19)
Demek ki Müslüman olmuş olmak, iman ehli olmak, Allah'tan korkulduğunun bir göstergesi değil. Ahirete hazırlandığının da göstergesi değildir.
Bu nedenle de 'Ey iman edenler', 'Allah'tan korkun ve yarınınıza ne hazırladığınıza bir bakın diye uyarılıyor.
Allah'tan korkuyor musunuz? Haram yiyorsanız; günah işliyorsanız, ibadetten uzak iseniz, haram kazanıyorsanız, bir hesap duygusu içinde değilseniz Allah'tan korkmuyorsunuz demek ki. -(Bu arada şunu belirtelim; Allah'tan korku; ittika, Allah'ın hesabını yapmak, günahtan sakınmak anlamına geliyor-) Yarına hazır mısınız? Ayet; yarına ne hazırladınız diye soruyor. Ölüm bir yok oluş değil yeni bir başlangıçtır. Yola koyulmaktır.
Çürüdükten sonra yeniden toparlanıp dirilmektir.
Her şeyin hesabını vermektir. Onun içindir ki yarına ne bıraktığına herkes bakmalıdır.
Aldanmış olanların; 'Dediler ki, bizim yaşamımız bu hayattan başka bir şey değildir. Biz diriltecek de değiliz (En'am, 29) sözü bir aldanmadan ibarettir.
Evet, tek tek dirilteceksiniz. Her sözün, her fiilin hesabını vereceksiniz. Vereceğiz. Mizan'dan hiç bir şey kaçmayacak.
Sırat köprüsüyle bir randevunuz var. Hepiniz oraya çağırılacaksınız. Bütün günahlarınız, haram kazançlarınız, haram harcamanız, zulmünüz, kötülükleriniz sırtınıza vurulacak. Sırtınızda binlerce ton günahla sıratı asla geçemezsiniz. Gelin sırata yüksüz girin. Yoksa sıratın altına koyulmuş cehennemden sadece iyi niyetinizle geçemezsiniz.
Herkes her kararının, günahının, iyiliğinin, istismarının, egosunun, şımarıklığının, fırsatçılığının hesabını çetin bir sorgulamada verecek.

KİM SÜNNETİ İNKâR EDERSE...
Büyük hukuk ve hadis âlimi Eyüp Sahtiyani şöyle der; Bir adam bana şöyle dedi; Bize Kur'an'dan başka hiçbir şey anlatmayın. Ben de size şunu söylüyorum. Bir adama sünnetten (Hz. Peygamber'in (s.a.v.) sahih hadisinden) bahsettiğinde, bunu bırak bize Kur'an'dan haber ver (hadisleri yok say) derse bil ki o kişi yoldan çıkmıştır.

İSLAM'LA KADINI TANIDIK!
Hz. Ömer, Kur'an-ı Kerim'in kadınlarla ilgili ayetlerini okuyunca gayri ihtiyari şöyle diyecektir: "Bizler cahiliye döneminde kadınlara hiçbir değer vermezdik. Kadınları yok sayardık. Ne zaman ki İslam geldi ve Yüce Allah kitabında kadınlardan bahsetti, o zaman kadınların üzerimizde hakları olduğunu öğrendik." Hz. Peygamber en hayırlınız, ahlaken kadınlarınıza en iyi davranandır buyurur.
Başka bir sefer de; -Kadınlar hakkında hayır tavsiye edin; onların sizin, sizin de onlar üzerinizde hakları vardır, buyurur.
Kadınlar konusunda Allah'tan korkun, onları Allah'ın emaneti olarak aldınız.
Giysilerini, gıda ihtiyaçlarını sakın ihmal etmeyin sözleri Efendimiz'e (s.a.v.) aittir.
Esma Binti Yezid;
Efendimizin camide oturan bir kadın grubuna selam verdiğini, onları önemsediğini hatırlatır.
İlgilendiğini, saygı gösterdiğini...
Hz. Peygamber'in (s.a.v.) teşvikiyle aşırı saadetin ilk dönemlerinde ilim tahsil eden ve ilim veren yüzlerce kadın yetişti.
Rahmetli, Prof. Dr. Tayyib Okiç hocamız, âlim kadın sahabileri sayarken zengin bir liste sunar; 'Ümmü Habibe Ümmü Abd, Esma binti ebi Bekir, Sevde binti Zem'a, Fatıma binti Kays, Dürre, Safiyye, Zeyneb binti Cahş, Meymune, Ümmü Haram, Ümmü Ferve bunlardan birkaçıdır. Şair sahabi kadınlar arasında: 'Hz. Fatıma, Hz. Şeyma, Hansa, Atika ve Naciye gibi isimleri sayar.
(Tayyib Okiç, İslamiyette Kadın Eğitimi, 24-25)

PANAYIRDA GÜREŞ YAPAR DEVE OTLATIRDIM
Medine'de Efendimizin hemen yanı başında saadet mescidinin minberinde uzun boylu bir adam ayakta konuşuyor. Çelik gibi sert elleriyle minberin köşelerini kavramış. Mescidi Saadeti dolduran binlerce sahabi, yüzüne dikkatle bakıyorlar. Tek bir cümlesini kaçırmak istemiyorlar. Şöyle diyordu: Cemaat! Beni iyi dinleyin. Ben Ukaz panayırında Mekke'ye uzaktan gelen pehlivanlarla güreşir ve hepsini yenerdim. Sırtını yere getirmediğim pehlivan yoktu. Bazen çöle açılırdım. Akrabalarımın develerini hurma karşılığında -ücretle otlağa çıkarırdım. İşte şimdi başınızdayım. Halifeyim. Konuştu. Uzunca konuştu. Kendiyle minberde hesaplaşıyordu. Kıyasıya kendini eleştiriyordu. Sonra indi. Namazı kıldırdı. Cemaat hâlâ, deminki sözlerin etkisindeydi. Cumadan sonra oğlu Hz. Abdullah yanına gitti. Abdullah deminki açık hesaplaşmadan rahatsız olmuştu şöyle dedi; 'Baba! Sen müminlerin emirisin. En öndekisin. Demin minberde kendini çok eleştirdin. Neden? Halife başını kaldırdı. Oğlu Abdullah'a merhametle baktı şöyle dedi; Oğlum! Bugün aynada kendime bakarken birdenbire bir büyüklenme duygusu hissettim. Sonra hemen kendime geldim. Cuma namazında kendime -nefsime- haddini bildirmek istedim. Hiçbir şey olmadığımı kendime anlatmak istedim. Bugünkü konuşmamın sebebi budur işte... Tanımışsınızdır. Bu isim Hz. Ömer'di. Rabbin bereketlerinden mahrum etmesin.