SAVAŞ AY

SAVAŞ AY

Tarihi 30 Nisan 2012

Düğün minibüsü göle uçunca

Düğüne giden minibüs baraj gölüne uçunca felaketleri en iyi yazan hikayecimiz geldi aklıma. Yaşasa şimdi 2 kitaplık malzeme çıkardı Kemalettin Tuğcu üstada. Sonra eski devirlere gitti aklım. Onun her satırında taze yüreklerimizde nasıl yangın çıkardığını anımsadım. Duvarlarda olmazsa olmaz Saatli Maarif Takvimi. Çekyat, yatak dolabı filan henüz icat olmadığından, yorgan döşek denk yapılıp sandık üzerine konuluyor, yumuşak bir oturma mekanı elde ediliyor böylece.

Mutfakta fitilli, pompalı gazocağı. Tencereler bakır, yemekler tel dolapta. Babaların elbiseleri mahir mahalle terzilerinin ellerinde küçültülüp, kumaşı da ters yüz edilerek "bize" uygun giysilere dönüşmüş. Çoraplarda kumaş kırpığı yamalar, ayakkabılarda 3 kez yenilenen gizli pençeler.

Hisli yakınlık

O devirlerde her çocuğun bir özel arkadaşı, kan kardeşi, can kuşu var. Ben de o devir çocuğuyum, benim de var elbet. Adı Kemalettin Tuğcu.

Gözle gördüğüm, yüzünü, şeklini bildiğim biri değil o. Kitap yazıyor ben okuyorum, onu oradan tanımışım ve çok seviyorum. Kendime en yakın, onun satırlarını buluyorum diye en yakın arkadaşım ilan etmişim onu. Hele "Çocukluk Arkadaşım" diye isimlenmiş bir hikayesine rastlayıp okuyunca çift dikiş sağlam bağ oluyor bu halime. Şimdiki çocuklar adını bile bilmez belki. Ama okur yazar akranlarımız arasında onunla, yazdıklarıyla karşılaşmamış olan azdır.

Nasıldır peki? Mesela Küçük Yusuf'un annesi veremden ölür, babası hasmını vurup mahpus damına düşer. Yetişkin çağdaki ablası fena kalpli adamların menfur emellerine alet olup kötü yola düşerken kendisinden 2 yaş büyük abisi Hasan simit satmasına kızan zabıtalardan kaçarken tren altında can verir. Ondan sonraki yaşamı yüz çeşit felaket, irezillik, kepazelik ve sefillikle geçer minik yavrunun.

Tuğcu'nun böyle bir hikayesi yok ama, buna benzer acıların içinde ırgalanan onlarca öyküsü, kitabı var.
Ve Tuğcu'nun kitaplarının yeni dizaynlarla yeniden basılacağını öğrendim. İçimden onu saygıyla sevgiyle anmak aşağıya da onunla ilgili başka şeyler yazmak geldi. Okusanız ruhu da sevinir belki.

Yetimler güzeli

Okuma yazmayı da, yabancı dili de kendi başına öğrenmiş. Bedensel sakatlığı yüzünden dış dünya ile ilişki kuramamış, içine kapanmış, kendi yarattığı bir dünyada yaşamış Tuğcu. Aslında daha da fazla öyküsüyle tanışacakmışız ama kendi engellemiş bunu. Bir gün canı bir şeylere çok sıkılmış ve doldurduğu yüzlerce sayfayı evinin bahçesinde yakmış, yok etmiş usta yazar. "Kuklacı, Bir Garip Kızcağız, Babam ve Ben, Yetimler Güzeli, Dilenci Baba, Kuyulu Bahçe, Annelerin Çilesi, Yetim Ali, Dağdaki Yabancı, Sokak Köpeği, Deniz Kızı, Benim Annem, Küçük Serseri, Şeytan Çocuk, Yılanlı Bağ, Baba Evi, Balıkçının Kızı, Küçük Hanım, Güllü Bahçe, Tanrı Misafiri, Bir Dağ Masalı, Küçük Erkek" şu anda anımsayabildiğim öyküleri. Çok kızan, bozulan da var ona. İnternette birine rastladım, şöyle diyordu: "Kabul etmek gerekir usta bir edebiyatçı.

Empati olayını bu denli iyi kuran nadir yazarlardan. Dili, kurduğu dolambaçlı cümlelere rağmen nasıl bu kadar 'anlaşılır' dır anlaşılamaz.İlaveten betimleme sanatının kralıdır kanımca. Ama 9-10 yaşındaki çocukların psikolojisini nasıl ve neden bu kadar profesyonelce bozmuştur bilinmez. Kötülük bilmeyen temiz kalpli 10 yaş çocuklarına o muhteşem diliyle neden travma öyküleri anlatır? Neden annesini otobüs ezmiş, babasını sansar yemiş çocuğun hayatını yazar?.."