Tarihi 11 Mayıs 2020

28 Şubat Sendromu

ÜZERİNDEN yıllar geçti. 28 Şubat'ta uygulamaya konulan yasak ve baskıların hepsi kaldırıldı. Birçok alanda iyileşmeler kat edildi. Dahası bugün neredeyse adı sanı unutulan birkaç kişi hariç herkes itirafçı oldu, günah çıkardı. Öyle ki Fatih Altaylı kılık kıyafet yasağı mı olur, Ertuğrul Özkök parti kapatmak demokrasilere uygun değil, diyor. Tabi ki ellerine geçecek ilk fırsatta çark edip tekrar en ala yasakçı kesilecekler. Ama bugün özgürlükçü olmak zorunda kalmaları bile çaresizliklerinin göstergesi.
Evet 28 Şubat geçti, gitti, yenildi, ters yüz oldu ama sendromu günümüze kadar sirayet etti. Refah Partili bir siyasetçi herhangi bir açıklama yapardı. Akabinde cuntacı askerler zehir zemberek bir açıklama ile Refah Partili siyasetçiye had bildirirdi. Refah Partisi kanadından telaşla, suçluluk duygusuyla, durumu toparlamak için özür diler tonda ikinci bir açıklama gelirdi. Ancak ikinci açıklamaya cuntacı askerler daha sert bir açıklama ile karşılık verirdi. Sonuçta Refah Partisi ne cuntacı askerlere ne gazetecilere, ne de çekingen tavrı nedeniyle kendi tabanına yaranabildi.
Maalesef bugün bu hal hala devam ediyor. Toplum 28 Şubat'ı ve sendromunu çoktan aştı. Kimseden korkusu, kimseye de açıklama borcu olmadığını 15 Temmuz'da gösterdi. Ama elitler aradan geçen onlarca yıla, Tayyip Erdoğan'ın cesaretlendirici atılımlarına rağmen bu sendromu maalesef aşamadılar.
Son günlerde gündemde olan Sevda Noyan hadisesinde de 28 Şubat Sendromu devreye girdi. Bir hanım çıkmış, bir TV programında konuşmuş.
Programın üzerinden günler geçmiş, kimse umursamamış. Neredeyse bir hafta sonra hanımın söylediği sözler tetikçi bir medya organında gündeme geldi. Başladı bir bardak suda fırtına. Vay efendim öyle laf söylenir miymiş, yok efendim iç savaş çağrısıymış. Haber üstüne haber, yorum üstüne yorum, linç üstüne linç.
Tam burada 28 Şubat sendromu devreye giriyor. Bizim mahallede eli kalem tutan, sosyal medya hesabı olan kim varsa başlıyor linçe destek vermeye; 'Efendim ben de kınıyorum, tasvip etmek mümkün değil, haklıyken haksız durumu düştük'.
Hayırdır? Bize ne oluyor? Neden faili olmadığımız bir suç için özür diliyoruz?
Zaten herkes konuşuyor. Milletin ağzı torba değil. Kimisi saçmalıyor, kimisi makul konuşuyor. Hanımefendinin birisi de çıkmış, kendince konuşmuş.
Saçmalamışsa kendi adına saçmalamış, banane sanane! Suç unsuru varsa hesabını mahkemede verir. Biz neden başkasının saçmalamasından suçluluk hissedip özür dileme yarışına girelim ki!
Türkiye'de muhafazakarlar tek merkezden idare edilen yeknesak bir toplum kesimi mi? Mezkur açıklamaları yapan hanımefendi de bizim sözcümüz mü? Ne derse bizim için bağlayıcı mı? Başörtülü veya AK Partili veya muhafazakar veya İslamcı bir kadın veya erkek saçmalayamaz mı?
İnşallah bu ilk tepkide koyuvermek adetinden, 28 Şubat sendromundan, bir an evvel kurtuluruz. Nihayetinde tepki denilen şey 3-5 trolün 50-100 tweeti, CHP'li yoldaş medyada çıkan haberler. Ciddiye almak için bir neden yok. Bahsi geçen mecralar daha önce ciddiye alınır şeyler yazmış olsalar, eğriye eğri doğruya doğru demiş olsalar, darbe çağrısı yapanlara ekranlarını ve sayfalarını açmamış olsalar gösterdikleri tepkiyi ciddiye alırız. Ama işi gücü hatta varlık nedeni sana bana zorluk çıkarmak, ahlaksızlık yapmak, yalan söylemek olan mecraları; FETÖ'cü, PKK'lı, CHP'li trol ordularını ciddiye almak için bir neden yok. Ağzınızla kuş tutsanız kendilerine yaranamayacağınız odakları memnun etmek gayretiyle, başkasının söylediği doğru veya yanlış, güzel veya çirkin, saçma veya makul bir sözden dolayı suçluluk hissetmenin, özür dilemenin, açıklama yapmanın hiç gereği yok. Ne kimseye yaranmak zorunluluğumuz var, ne kimseyi memnun etmek!