Tarihi 7 Temmuz 2020

Muhalefet değil ham hayal

Son yazıda daha önce AK Parti'de siyaset yapan isimlerin kurduğu partilerin kuruluş süreçlerindeki tutarsızlıklardan bahsettim. Temel iddiam; neden yeni parti kurdukları sorusuna verecek doyurucu bir cevapları olmadığı yönündeydi. Şimdiye kadar ortaya konulan argümanlar, yeni partilerin, yalnızca liderlik kaygısı sebebiyle var olduğunu gösteriyor. Fark yaratan bir kuruluş sebebine sahip olmasalar da bu partiler kuruldu ve faaliyetlerini yürütecekler. Dolayısıyla şimdiye kadarki söylemleri ve yaptıkları incelemeye konu edinilebilir.

Türkiye'de muhalif kesimin AK Parti'ye yönelttiği eleştiriler demokrasi ve özgürlük kavramları üzerine yoğunlaşıyor. Şüphesiz eleştirilerin bu konularda yoğunlaşması bu eleştirilerin haklı olduğu anlamına gelmiyor. Hatırlanacağı üzere AK Parti'nin ilk yıllarında -özellikle 2010'a kadar- AK Parti, rejimi değiştirmekle itham ediliyor ve eleştiriliyordu. AK Parti, iktidardaki 20. yılını neredeyse tamamlayacak; Türkiye'de rejim değişmedi, on yıl boyunca muhaliflerin anlattığı gibi Türkiye İran, Malezya ya da Endonezya olmadı, sokaklarda erkekler cübbe ve şalvar, kadınlar çarşaf ve peçeyle dolaşmaya başlamadı. On yılın sonunda rejim tartışmaları eksenli eleştirilerin hakikat olmadığı ancak korku pompalamak üzerine kurulu yıkıcı bir siyasi söylem olduğu anlaşıldı. Bugün demokrasi ve özgürlükler üzerinden devam eden ve AK Parti iktidarının ikinci on yılında hâkim olan tartışmalar da hakikati yansıtan eleştiriler olmaktan uzak, kasıtlı ve yıkıcı siyasi söylemlerdir.

Bir dönem AK Parti'de siyaset yapan kişilerin kurduğu partilerin çıkmazı tam bu noktada başlıyor. Muhalefet alanında kendilerinden çok önce parsellenmiş olan yere yeni partiler de tezgâh açtılar. AK Parti'nin kadim muhaliflerini hapsettiği çıkmaza yeni partiler gönüllü olarak girdiler.

Öte yandan demokrasi ve özgürlük söylemi ile geliştirilen yıkıcı eleştiriler üzerinden siyaset yapmanın imkânı gün geçtikçe azalıyor. Meselenin iç siyasete bakan yönünde bu tür bir muhalefet doğal sınırlarına ulaşmış gözüküyor. Muhaliflerin iddiasına göre gün geçtikçe baskıcı hale gelen bir iktidar var. Bir tarafta her gün daha kötüye gittiği iddia edilen özgürlükler, öbür tarafta ise normal seyrinde devam eden günlük hayatın yakıcı gerçekliği... Muhalif gazete ve televizyon kanallarının her gün hakaret ve küfre varan yayınlarını devam ettirdiği bir ortamda sözgelimi basının özgür olmadığını söylemek gün geçtikçe daha az inandırıcı hale geliyor.

Dış siyasette ise daha çok inandırıcılık kaybı var. Dünyada sıcak çatışma bölgelerinin sayısı artarken, ülkeler daha fazla koruyucu hale gelirken, güvenlik kaygıları ülkeler arası ilişkilerin temel belirleyicisi olmuşken, özgürlük gibi kavramlar çoktan unutuldu. Bu kavramlar Batı dünyasının diğer aktörleri eleştirirken hatırladığı "değerlere" dönüşmüş durumda. Dolayısıyla özgürlükler genişleyince dünya ülkelerinin gözünde Türkiye'nin değerinin artacağı, Türkiye'ye yeni yatırımlar geleceği vb. beklentilerin tümü ham bir hayal olmaktan öteye gidemiyor. Bazı Avrupa ülkelerinin, Koronavirüsle mücadelede en başarılı ülke olan Türkiye'yi, seyahat için riskli ülke ilan etmeleri, bu durumun en güzel güzel ve güncel örneklerinden yalnızca biri.

Türkiye hareketli, genç, imkanları yüksek bir ülke. Her zaman her alanda yeni aktörlere yer var. Buna siyaset de dahil. Ancak bilinmelidir ki; eski yüzler, eski söylemleri tekrar ettikleri zaman bunun adı siyasette yenilik değil imkânsız ve hayali bir geçmişe dönme arzusudur.